İki yıldan fazladır ümmeti aradı. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in ümmetine verdiği nasihatlerle yılmadan, umudunu kaybetmeden çağrılar yaptı.

Hanzala nasıl yüzünü dünyaya döndüyse, o da yüzünü kapatmıştı.

“Kudüs tekrar özgür olduğu gün Mescid-i Aksa’da yüzümü açacağım. Biz inanıyoruz, Osmanlı’nın torunlarıyla birlikte Kudüs’te namaz kılacağız” diyordu.

İki yıl boyunca umudunu kaybetmeden Ümmet-i Muhammed’e çağrı yaptı. Ama şehit olmadan önce ilk defa tüm Müslüman liderlere dönüp şu sözleri haykırdı:

“Sizler, halkımızın açlığa mahkûm edilmesi karşısındaki sessizliğiniz ve kayıtsızlığınızla bizim Allah katındaki hasımlarımızsınız. HİÇBİRİNİZİ İSTİSNA ETMİYORUZ!”

Ebu Ubeyde’den geriye kalan bizi utandıran şu sözler hâlâ kalbimizi titretiyor:

“Yahudilerle savaşıyoruz, Müslümanlarla imtihan oluyoruz.”

Ama unuttuğu bir şey vardı: Yahudi Kur’an’da anlatılan Yahudi’ydi ama Müslüman, Kur’an’da anlatılan Müslüman değildi artık.

Ah Ebu Ubeyde…

Biz o şerefli yüzünü göremedik, sen de Mescid-i Aksa’nın özgürlüğünü göremedin. Şehit de olsan, yaşasan da; izzet sende kaldı; şeref sende vücut buldu; imanlar senle tazelendi.

2 milyar Müslüman, bir sen etmedi. 2 milyar ölü, şu an “yaşıyor musun, şehit mi oldun” diye akıbetini merak ediyor. Hâlbuki sen bize söylenecek her şeyi söyledin.

“İslam dünyasının korkak liderleri Gazze’de ölenler için üzgün olduklarını söylüyorlar. Siz onlara üzülmeyin; onlar şehit oldu ve Rablerinin katında rızıklandırılıyorlar. Kendi halinize üzülün” demiştin.

Daha ne söylebilirdin ki!

Ben sana bakınca Mus’ab bin Umeyr (r.a.)’i görüyorum. O, muallimdi ve Uhud’da sancaktardı. Sen de İslam ümmetinin cesur sözcüsü ve komutanıydın. Bize kim kâfir, kim münafık, kimin de gerçek Müslüman olduğunu haykırdın. Herkesin maskesini düşürdün.

Ey yüce komutan!

Sana zaten şehadet yakışırdı, bize ise zillet düştü.

Rabbimden niyazımdır ve duamdır:

Mahşer gününde bizi hasımlarından eylemesin…