Köy öğretmeni olarak başladığı hayat yolculuğunda kendi elektriğini ve radyosunu üreten, bürokrasiye rağmen yılmadan üretmeye devam eden öğretmen Nedim Çakmak’ın hikayesi, bir dönemin Anadolu’sunu en sade haliyle anlatıyor. İşte “köyün mucidi” olarak bilinen öğretmen Nedim Çakmak’ın kendi kaleminden film gibi öyküsü…

NEDİM ÇAKMAK KİMDİR?

Öğretmen Nedim Çakmak, Anadolu’da 1970’li yıllarda yokluk içinde üreterek köyüne hem radyoyu hem de elektriği kazandıran bir öğretmen olarak tanındı.
Hayatı boyunca bilimi, üretimi ve eğitimi bir arada götüren Çakmak, Türkiye’nin en ilham verici halk kahramanlarından biri olarak anılıyor.

ÖĞRETMEN NEDİM ÇAKMAK’IN KENDİ ANLATIMIYLA HAYATI

"Köy öğretmeni olarak hayata başladım.
Babamın çiftliğinde daha 7 yaşında iken traktörle çift sürüyordum.
Traktör parkındaki makine ve ekipmanlar, kendimi erkenden yetiştirmemi teşvik etmişti.
İzmir sanayi bölgesinde ilk gençlik yıllarımda, ne tür faaliyetler varsa hepsine katıldım.
Çınarlı Meslek Lisesi’nin Radyo-Elektronik bölümünün gece eğitimini de Öğretmen Okulu ile birlikte bitirdim.
Elektroniğin piri Celal Dutar benim hocamdı.
Öğretmen okulunda her türlü eğitim kolları faaliyetleri vardı. Ama teknoloji kolu yoktu…
Sonradan senatör olan, öğretmen okulumuzun müdürü Tevfik Elmas Bey’in teşvikleriyle, tarihte ilk defa Radyo-Elektronik Kolu’nu kurdum.
19 yaşında bir dağ köyüne öğretmen oldum. Bilgilerimi hayata geçirmek için can atıyordum.

O yıllarda Grundig marka transistörlü radyolar 900 TL idi. Öğretmen maaşı ise 450 TL.
Yani iki maaşla ancak bir radyo alınabiliyordu. Bu duruma çok içerlemiştim.
İzmir-Çankaya Caddesi’ndeki hurdacılardan topladığım parçalarla bir transistörlü radyoyu 30 liraya mal ediyordum.
Öğretmenlik yaptığım dağ köyünün muhtarı İrfan, muhtarlık binasını bana verdi:
“Burası senin,” dedi. Muhtar marangozdu, çok özel bir çalışma masası yaptı.

Radyo elemanlarını monte ettim. Son hoparlör kalmıştı.
“Muhtar, tut şu kablonun ucunu hoparlörün dibine değdir,” dedim.
Değdirdiği anda oyun havaları patladı.
Muhtar sevinçle dışarı fırladı: “Öğretmenimiz radyo icat etti!” diye köy kahvesine koştu.
Köylüler merakla doluştu.
Ben ‘Ben sadece imal ettim’ desem de onlar ‘Sen icat ettin’ diye diretiyordu.

BankPozitif kimin, sahibi kim? Satıldı mı? Genel Müdürü kim?
BankPozitif kimin, sahibi kim? Satıldı mı? Genel Müdürü kim?
İçeriği Görüntüle

Köylüye 900 liralık radyoyu 30 liraya mal ediyordum.
Muhtar kutuları yapıyor, hoparlör deliklerini açıyordu.
Para almıyordum ama onlar da bana özel bakımla maneviyatlarını ödüyorlardı.
Günlerden bir gün, jandarma başçavuşu tarlasında radyo dinleyen Memet’i yakalamış.
“Bu nedir ulan?” demiş.
“Radyo baş efendi, öğretmenimiz icat etti,” cevabını alınca zabıt tutmuşlar.

O yıllarda öğretmenlerin dokunulmazlığı vardı.
Milli Eğitim Müdürümüz Ahmet Bey çok kibardı.
Beni kaymakamlığa götürdü. Kaymakam suçumu tebliğ etti ama savcılığa vermemek için çare aradılar.
Çünkü o dönemde izinsiz radyo imal etmek casusluk gibi bir suçtu.
Vergisi vardı, kaçak sayılıyordu.

Sonunda takdir edip sürgün ettiler.
Ödemiş Bozdağları’ndaki Kızılkeçili köyüne gönderildim.
Ama vatanımın geri kalmışlığının yaraları kapanmamıştı.

Baharda Bozdağlar’a geldim. İsviçre gibi bir yer.
Dereboyunda terk edilmiş üç su değirmeni vardı.
Kasabalarda elektrikli değirmenler çıktığı için artık kimse kullanmıyordu.
Birinin suyu o kadar güçlüydü ki, dikine tribün borusundan adamı bulsa parçalayacak kadar ‘Zap’lıydı.
O su boşu boşuna akar mıydı?
O yıllarda köylerde elektrik yoktu.

Sanayiye indim, Manisa sanayicisi Ahmet Tütüncüoğlu’ndan yardım aldım.
Bir alternatör, kolektör ve konjüktör temin ettim.
Kendi ellerimle kaynak yaptığım değirmen çarkını tribüne monte ettim.
Parçaları Ahmet Bey cipiyle köye kadar getirdi.

Kabloları köy kahvesine, okuluma, camiye ve köy meydanına çektim.
Akşam karanlığında kapağı açtım, ortalık gündüz gibi oldu.
Köy aydınlanmıştı. Köylü “Öğretmenimiz elektrik icat etti!” diye bağırıyordu.
Ben yine “Öyle demeyin, başıma iş açarsınız” desem de dinleyen olmadı.
O gece sabaha kadar efeler zeybek oynadı.

İki gün sonra köyü jandarma bastı. “Sökün bunları, yoksa fena olur” dediler.
Söktüm. Ertesi gün kasabaya inip istifa ettim.

Sonra kendimi denizlere attım.
Önce telsiz ve vardiya zabiti, sonra Süper Tanker Süvarisi oldum.
Yıllar sonra döndüğümde gördüm ki, sığırlar hâlâ aynı yerde otluyordu."

Kaynak: Haber Merkezi