Aksaray'ın Bahçeli Mahallesi'nde yer alan Ervah Kabristanlığı'nın girişinde bulunan 700 yıllık meşe ağacı, zamanın aşındırıcı etkilerine rağmen hala efsanelerle dolu bir varlık olarak yaşamını sürdürüyor. Bu ağaç, geçmiş yıllarda darağacı olarak kullanıldığına dair iddialar nedeniyle halk arasında 'Kanlı Pelit' olarak bilinirken, büyüklüğü ve görkemiyle de gözleri üzerine çekiyor. Aksaray'da yaşanan kanlı Moğol baskınının görgü tanığı olarak kabul edilen Kanlı Pelit, birçok efsane ve hikayeyle çevrilse de, uzmanlar ve tarihçiler tarafından yapılan araştırmalar sonucunda gerçekleri gün yüzüne çıkarıyor.

Ağacın yanında bulunan Aksaray Belediyesi tarafından hazırlanan bilgi panosuna göre, bu 700 yıllık meşe ağacını kimin diktiği kesin olarak bilinmiyor. Eski zamanlarda ağacın altında Danişmendli hükümdarı Melih Nizameddin Yağıbasan'ın oğlu Muzafferüddin Melik Mahmud Gazi'nin kabri bulunuyormuş. Melik Mahmud Gazi, 1210 yılında Selçukluların Aksaray emirliğini yapmış ve 700 yıl önce Aksaray'da vefat etmiş. Bu nedenle ağacın, Muzafferüddin Melik Mahmud Gazi'nin vefatıyla birlikte başucuna dikildiği tahmin ediliyor. Ağacın 'Kanlı Pelit' olarak adlandırılmasının sebebi ise, halk arasında dolaşan efsanelerden kaynaklanıyor. Ancak gerçek şu ki, ağaç geçmişte darağacı olarak kullanılmış. Bu nedenle halk, ağaca 'Kanlı Pelit' adını vermiş. Ayrıca Kanlı Pelit, Aksaray'da gerçekleşen kanlı Moğol baskınını görmüş, o dönemin yaşayan tek tanığı olarak öne çıkıyor

.

Ağaca yakın bir yerde yaşayan mahalle sakini Erol Kılıç (69), Kanlı Pelit hakkında duyduğu çeşitli efsaneleri paylaştı.

Ağacın yanında bulunan Aksaray Belediyesi tarafından hazırlanan bilgi panosunda ise, “700 yılı geride bırakmış olan bu meşe ağacını kimin diktiği bilinmemektedir. Eskiden hemen ağacın altında Danişmendli hükümdarı Melih Nizameddin Yağıbasan’ın oğlu Muzafferüddin Melik Mahmud Gazi’nin kabri şerifleri bulunmaktaydı. Muzafferüddin Melik Mahmud Gazi, 1210 yılında Selçukluların Aksaray emirliğini yapmıştır ve Melik hazretleri 700 yıl önce Aksaray’da vefat etmiştir. Bu sebeple bu ağacın Muzafferüddin Melik Mahmud Gazi’nin vefatı ile birlikte başucuna dikildiği tahmin ediliyor. Ağacın Kanlı Pelit olarak adlandırılması, halk arasında anlatılan efsaneleşmiş birçok hikaye vardır. Ancak doğru olan şudur: Ağaç, vaktiyle darağacı olarak kullanılmıştır. İşte darağacı olma görevini üstlenmiş olan bu ağaca halk, Kanlı Pelit ismini vermiştir. Tüm bunlara ilaveten Kanlı Pelit, Aksaray’da kanlı Moğol baskınını görmüş tek canlı şahidimizdir” ifadeleri yer alıyor.

Kanlı Pelit ağacına yakın bir yerde ikamet eden mahalle sakinlerinden Erol Kılıç (69) da, Kanlı Pelit ile ilgili çeşitli efsaneler duyduklarını söyledi.

KANLI PELİT EFSANESİ

Tire'nin eski zamanlarına bir bakalım. O dönemde anlı şanlı bir bey ve onun güzelliği dilden dile dolaşan bir kızı varmış. Kızın güzellikteki eşsizliği adeta iç dünyasına da yansımış. Hanımefendi mi, zarif mi, yardımsever mi desek, adeta tüm olumlu nitelikleri üzerinde taşıyan bir genç kızmış.

O zamanlarda bölgede yaşayan bir Hak Aşığı genç gezgin, bir gün şehrin pazarında dolaşırken beyin kızıyla karşılaşmış. İkisinin de gözleri birbirine değmiş. Nasıl olduysa oldu, bu bakışta bir büyü varmış, tıpkı ataların dediği gibi, "At ayağından öfke, aşık gönlünden yufka olurmuş." İşte tam olarak böyle olmuş, genç Hak Aşığı da bey kızını görür görmez büyülenmiş. Gözü sadece onu görmüş, dili ise onun adını anmış. "Bey Kızı" adını dilinden düşürmemeye başlamış.

Bu olayı Bey, esen rüzgardan, coşkulu akıntıdan öğrenmiş. Gördüğü manzara, hissettiği coşku, tıpkı uçan bir kuşun havalanışından öğrenilenler gibi olmuş. Bey, kızın da aynı şekilde delikanlıya vurulduğunu anlamış. Kızın da gönlü genç Hak Aşığı'na kaymış. Bey, bu durumu anlamış, çünkü beyden daha yakınında olan kimse yokmuş kızın.

Ama sevda birçok kalpten geçerken, korku da birçok insanın gönlüne girer. Kızın gönlünde korku belirmiş, tıpkı babasının gönlünde olduğu gibi. Kızın korkusu, babasına yakınlığından kaynaklanıyormuş.

Korku, bir kez içine sızınca, bir kişinin yüreğini deler, yakar. Bey de bunun farkındaymış, o da korkarmış. Çünkü herkesin ondan korktuğu gibi, kız da ondan korkarmış. Kızın en yakınında olan ise bey imiş.

Ama sevgililerin gözleri korkulardan uzak değildir. Sevgi, tüm korkuları aşar, engelleri parçalar. Genç Hak Aşığı'nın da gözleri korkudan uzakmış. Aşkı öylesine büyükmiş ki, başkalarının gördüğü korkuyu o bilemezmiş. Babası "Ben işsiz, güçsüz bir gence kızımı vermem" diyormuş. Babasının bu sözlerini duyan kız, içten içe üzülüyormuş, ama çaresizmiş.

Bey, bir gün şehir sokaklarında bir yaşlı derviş görmüş. Gözleri yere dökülmüş, insanlara sevgiyle bakıyormuş. Kızın hastalığını öğrenince, hemen Bey'in sarayına gitmişler. Bey ve kız, yaşlı dervişi içeri almışlar, kızın yanına götürmüşler. Derviş, kızı dikkatle incelemiş, sonra Bey'e dönerek, "Beyim, kızınız sevdalı. Tedavisi için Serendip Dağları'nda nadir bulunan özel güllerin yapraklarından kaynatıp içirirseniz iyileştirebilirsiniz" demiş. Bey sormuş, "Bu gül nasıl bir gül?" Yaşlı derviş cevaplamış, "Bu gül, Hz. Adem'in cennetten çıkarırken beraberinde getirdiği güllerden biridir. Eğer bu güllerin yapraklarını kaynatıp içirirseniz, kızınız iyileşebilir. Beni dinle, sözümde duranlardan ol."

Bu sözlerden sonra yaşlı derviş sessizce ortadan kaybolmuş. Bey hemen etrafına haber salmış, kızını iyileştirene ne isterse vereceğini ilan etmiş.

Bu haberi duyan genç Hak Aşığı, gece gündüz Yüce Allah'a yalvarmış. "Ey Rabbim! Ben bir garip kulunum, yardımını esirgeme. İşte ellerim açık, Senin huzurundayım, bu niyazımı biliyorsun. Kızı iyileştir, onun ihtiyacını bana ver. Bilerek, isteyerek kimseye kötülük etmedim. Her insana Senin gönderdiğin birer hediye olarak baktım. Yardımına koştum. Yardımını esirgeme, Rabbim. Eğer gerekiyorsa benim canımı al, ama ona yardım et." diyerek dualar etmiş.

Üç ay boyunca süren bu dualar ve niyazlar, zamanın mekanın sınırlarını aşmış. Üç ayın sonunda bir gece, genç Hak Aşığı odasında dua ederken, evinin kapısı çalınmış. Kapıyı açtığında karşısında yaşlı bir derviş görmüş. Derviş, "Biz gayp âleminden geliyoruz. Birlikte iki rekât namaz kılacağız. Önümüzden geç, bize imam ol. Namazı kıldır" demiş. Genç, "Ben hiç imamlık yapmadım, nasıl imam olabilirim?" diye sormuş. Yaşlı derviş, "Seni orada görmek istiyoruz. Çünkü bu gülleri teslim edeceğimiz kişiyi tam olarak görmeliyiz" demiş. Genç, yaşlı dervişin peşinden gitmiş, birlikte namaz kılmışlar. Namaz, namaz mıydı? Zaman ve mekan unutulmuş, birlikte yapılan bu ibadetin ne kadar sürdüğü kimse tarafından bilinmemiş.

Namaz sonrası dervişler, getirdikleri gülleri Hak Aşığı'na vermişler ve sessizce kaybolup gitmişler.

Genç, gülleri alarak Bey'in konağına gitmiş ve şöyle demiş: "Bu karlı kış günlerinde, Serendip Dağları'ndan getirilen bu gülleri aldım. Eğer kızını iyileştirirsem, onunla evlenmek istiyorum. Bana söz vermeni istiyorum." Bey de "Kızım iyileşirse, veririm. Ama önce kızın iyileştiğini görmem gerekiyor" demiş.

Genç, gül yapraklarını kaynatıp kızın içmesini sağlamış. Her damlasında dualarını fısıldamış. İyileşme birkaç gün sürmüş. Birkaç gün sonra kız ayağa kalkmış. Bey ve kız çok mutlu olmuş. Bey, "Ben sözümde dururum. Kızım iyileştiğinde, istediğini vereceğim" demiş.

Her iki taraf da düğün hazırlıklarına başlamış. Ancak bazı insanların içinde kıskançlık olurmuş. Özellikle de genç Hak Aşığı'yı kıskananlar, düğünün bir gün öncesinde onun karşısına çıkmış. Onu yakalamışlar ve Ulu Pelit Ağacı'nın altına götürmüşler. Orada onu öldürüp ağacın dalına asmışlar.

Ertesi gün Hak Aşığı'nın cesedi, Ulu Pelit Ağacı'nın altında asılı olarak bulunmuş. Kız da bu haberi alınca büyük bir acıyla gözyaşlarına boğulmuş. Gözünden yaş yerine kan akmaya başlamış. O kadar çok ağlamış ki, gözyaşları kurumuş, yerine kan gelmiş. Ağaç da kızın ağlamasına dayanamamış, gözyaşı yerine kan akmaya başlamış.

O günden bu yana, her Perşembe günü, Ulu Pelit Ağacı'nın bir dalından iki gözeden kanlı sular aktığı görülüyor. İnsanlar, "Eğer bu sevgi o kadar büyük olmasaydı, yıllar boyunca bu ağaç hala her Perşembe günü kanlı gözyaşı döker miydi? Ulu Pelit Ağacı'nın dalları, binlerce pelit şeklinde göğe uzanır gibi açılan eller gibi, hala dualar içindedir." şeklinde konuşuyorlar.

Bugün Toptepe'nin eteklerindeki ağaca "Kanlı Pelit" denir. Semtin adı da "Kanlı Kavak"tır. Ulu Pelit Ağacı, yaklaşık yedi yüz yıldır her Perşembe günü hala kanlı gözyaşları dökmeye devam ediyor.

Muhabir: Haber Bülteni