Tanıdık bir filmin, bilindik sahnesi gibi geceleri yazın saat 22’de, kışın 18’de iniyor perde, kapanıyor sahne. Hayat sona eriyor adeta bu saatten sonra Haymana’da. Kurulmuş insan metabolizması gecenin bu saatinden sonra evlere yönlendiriyor, esnaf da olsanız, herhangi başka iş de yapsanız, değişen bir şey yok. Her gün yatsı namazını müteakip; görünmeyen bir ağız, duyulmayan bir yat borusu üflüyor. İç ürperten bir ıssızlık çöküyor sokaklara. Belli saatten sonra sokaklarda, bir katilin ruhu dolaştığına inandırılıp, efsaneleşmiş bir masal havası yaşanıyor.
Oysa; ve özellikle yazın, gece yaşayan bir şehir olması lazım değil mi? Cebimizde turizm bölgesi kimliği taşıyoruz çünkü. Devremülk sakinleri her ne kadar alıştılarsa da bu Haymana düzenine, Ankara’dan gece gelen önemli bir müşteri potansiyeli var. Özellikle hafta sonları, arabaları ile gecenin belli bir saatinde 3-5 kişilik grup halinde kaplıcamıza geliyorlar. Geceleri kaplıcanın tenhalığını bilen Ankaralı; rahatlamak ve temizlenmek adına gününü burada noktalıyor. Bizim kabuğumuza çekildiğimiz saatler, onlar için ise gecenin en tatlı ve yaşanılası zamanları oluyor.
Kaplıcada geçirdikleri belli zamandan sonra, doğal olarak bir çorba içmek, karın doyurmak, en azından yiyecek içecek bir şeyler almak için çarşıya çıktıklarında, terk edilmiş bir şehirle karşılaşıyorlar.
Kendi kaderi ile evlenmiş bu şehrin tutumu onlara abes geliyor doğal olarak. En azından bir ekmek alacak yer arıyorlar. Bilmiyorlar ki; değil gecenin o saatlerinde, akşam ezanından sonra ekmek aslanın midesine iniyor burada. Gecenin bir saatinde yanımıza durmuş bir araba, lokanta, bakkal veya herhangi bir alışveriş yeri sorduğunda, sınavda çalışmadığı yerden soru sorulmuş öğrenci gibi kalakalıyoruz. Yatağına işemiş bir çocuğun mahcubiyeti çöküyor üzerimize. ‘’Bu saatte bulamazsınız’’ derken; suçunu itiraf etmiş ve pişman olmuş mahkumun ezikliğini yaşıyoruz.
Küçük, kabataslak bir hesap yapıldığında; önemli ciro yapılabilecek kadar yabancı, gece müşterisi var oysa. Belli bir mesafe kat ederek gelinen yerde, yapılan banyodan sonra acıkır insan. Ya da açık havada, gece serinliğinde içecek bir şeyler ister canı. Kaplıcanın yorgunluğunu atacağı, ayaklarını uzatıp oturacağı, en azından temel ihtiyaçlarını karşılayacağı bir yerler olmalı. 24 saate yayılacak hizmet (özellikle lokanta ya da çorbacı) iş yapar. Çünkü her hafta sonu gelenler var ve açık olduğunu bildiği yerlerin varlığını bilenler güvenerek hatta isteyerek gelirler. Zamanla alışkanlığa bile dönüşür. Kaliteli bir yöresel yemek, buraya özgü; hararet kesici bir koruk suyu, gecenin kaçı olursa olsun bir çorbanın müşterisi olur. İnsanlar para harcamaya gelirler bu saatlerde.
Çıkınına ekmek-soğan dürmüş Keloğlan gibi Haymana yollarına düşme ne onlara ne bize yakışmaz. Tok gelen aç gitmemeli. Yılın tamamında olmasa da, en azından üç ay denenmeli bu iş. Saat kaç olursa olsun, insanlar gelmeli yemeli, içmeli karşılıklı memnuniyet çerçevesinde kotarılmalı bu hizmet. Yazın kısalığını bilerek kışın zorluğunu hayal ederek, uykumuzdan feragat ederek, birtakım fedakarlıklar yaparak karınca misali çalışmalıyız ki, sonradan ağustosböceğine madara olmayalım. Yoksa bize neresiyle güleceğini tahmin edersiniz. SAYGILARIMLA.