Panele Ankara Kent Konseyi Başkanı, Türkiye Kent Konseyleri Birliği Başkanı ve Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkan Yardımcısı Halil İbrahim Yılmaz, ASİAD Başkanı ve EUA Vakfı Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Eda Ersoy Tombakoğlu, Eski Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, Çevre Bakanı İmren Aykut, Gökyay Vakfı Satranç Müzesi Mütevelli Heyeti Başkanı Birten Gökyay, Ankara Barosu’nun ilk kadın başkanı Avukat Sema Aksoy, EUA Vakfı Başkanı Emel Uslu Atik, sanayici ve iş insanı Mehmet Akyürek ve STK temsilcileri katıldı.
Güçlü kadın güçlü Türkiye demek
Panelin açılışında bir konuşma yapan ASİAD Başkanı ve EUA Vakfı Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Eda Ersoy Tombakoğlu, 1989 yılında kurulan Ankaralı Sanayici ve İşadamlarının ilk ve en genç kadın başkanı olduğunu belirterek, “Güçlü kadın, güçlü ekonomi ve güçlü Türkiye demek. Tarihe baktığımızda güçlü Türk kadını örneklerini çok gördük ama bundan sonraki cumhuriyet kadınlarında da özellikle buradaki o gözleri ışıl ışıl parlayan Türk gençlerinde de bunun devam edeceğine ve bu meşalenin ileriye doğru her zaman daha verimli, daha başarılı sürdürüleceğine inancım tam. Özellikle aramızda yer alan erkeklerin de burada olmasından dolayı memnuniyetlerimi ifade ediyorum. Çünkü biz biliyoruz ki kadın ve erkek arasında bir hiyerarşiden değil bir işbirliğinden bahsetmek doğrudur. Dünya Emekçi Kadınlar Gününüzü ben de canı gönülden tebrik ediyorum.” dedi.
Ankara Barosu’nda Gelincik Projesi’ni kurduk
EUA Vakfı’nın güzel çalışmalarını her daim takdir ve sevgiyle takip ettiğini belirten Ankara Barosu’nun ilk ve tek kadın başkanı Avukat Sema Aksoy, konuşmasını şöyle sürdürdü: “8 Mart’ta biz kadınlar olarak keşke kadınlar gününü kutlayabilsek. Ama bir hukukçu olarak da sürekli kadın haklarıyla uğraşan, özellikle Ankara Barosu’nda kurduğumuz Gelincik Projesi’nde kadınların hayatını kurtarmaya çalışan birisi olarak ne yazık ki 8 Mart’ı kutlama günü olarak değil, kadın haklarıyla ilgili farkındalık günü olarak her zaman değerlendiriyorum ve bu anlamda da çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bize düşen, kadınlara düşen kendi gücüne güvenmek. Buradaki kadınlarda olduğu gibi kendi gücümüze güvenerek mücadelemizi devam ettireceğiz ve kadın erkek hep birlikte umarım güzel günlere hep birlikte ulaşacağız.”
129 kadın hak ve hukuk mücadelesi vermiş
Etkinliği organize eden EUA - Emel Uslu Atik Eğitim Uygulama ve Araştırma Vakfı Başkanı Emel Uslu Atik, yaptığı açılış konuşmasında şu ifadeleri kullandı: “Bizler bir grubuz aslında ama nasıl bir grubuz? İyilikte buluşmayı seven, kalpten konuşan insanlar. Bizler birbirimizi buluyoruz. 8 Mart ülkemizde de olduğu gibi bütün dünyada 1827 yılında 129 tane kadının hak ve hukuk mücadelesi sonucunda aslında bir anma günü olarak kutlanıyor, tertipleniyor. Biz de bugün bu sebeple hem 129 kadınımızı hem de bu uğurda gerçekten emek vermiş, mücadele vermiş ve bu uğurda da canlarını feda etmiş bütün kadınlarımızı rahmetle anıyoruz. Ben de naçizane yıllardır kendi ülkemde birçok kadınlara, kızlara, çocuklara el vermeye çalıştım. Bunu yaparken de en büyük rol modelim ve ilkelerini kendime yol haritası çizdiğim Atam Mustafa Kemal Atatürk’tür. kendisini saygıyla ve rahmetle anıyorum. Kamusal yaşam içinde varlığını gösterebilen, hayatını başkasının merhametine bırakmayan güçlü kadınlar bugün burada. 8 hikâye, sekiz kadın, 8 Mart’tan dolayı aslında biz 8 kadın belirledik, hikâyeledik. Ama bu salonda bulunan her kadının aslında bir hikâyesi vardır, çünkü hikâyesi olmayan insanın mücadele gücü olmaz ve başarılı olamaz.”
Dezavantajlı bir coğrafyada doğdum
Panelin moderatörlüğünü üstlenen Girişimci Kadınlar Grubu (GKG) Başkanı Ülkü Gür, kendi girişimcilik hikâyesini paylaştığı konuşmasında şu ifadelere yer verdi: “Emel hanımın bahsettiği o kadınlar iyi ki varmış. O 129 kadın sayesinde bizim de böyle bir günümüz olmuş, o yüzden onlara minnettarım. Peki, ben ne yaptım bu konuda, 2017 yılında Girişimci Kadınlar Grubu’nu kurdum. Aslında girişimcilik ya ekonomik ihtiyaçtan doğuyor ya da psikolojik ihtiyaçtan doğuyor. Benim ilk girişimciliğim tabi ki ekonomik ihtiyaçtan doğdu. Dezavantajlı bir coğrafyada doğdum. 5 çocuklu bir ailenin üçüncü kızıyım. İlkokuldan sonra yatılı okulda okudum ve hayatımın ilk parasını 15 yaşında bir yatılı okulda diğer arkadaşlarımın fotoğraflarını çekerek kazanmaya başladım. İlk kazandığım parayla aileme gelirken zeytin almıştım. Aslına bakarsanız girişimcilikle ilgili ilk temasım böyle oldu ama şunu gördüm sonra hayatta ve bunların hepsi birikti ve bugün salonda sizinle buluştuk.”
Grup istihdam şirketi olduk
Başarı hikâyesini paylaşan Tay Danışmanlık & İşiniz Bizden kurucusu Tuba Kavak, her başarılı kadının arkasında ona başka seçenek bırakmayan bir hikâye olduğunu belirterek, “Ama kadının gidecek başka yeri olmadığı için mecbur kalıp da o “küllerinden doğan” dediğimiz hikâye işte orada çıkıyor. Benim hikâyem 2005 yılında başladı. 2005 yılında bir bakıcı ajansı kurdum. Bugün yirmi yıl olmuş ve ben 20 yıl içinde ev personeli ve bakıcı olarak çalışmak isteyen binlerce kadına istihdam sağladım ve o yıllarda çalışmak zorunda olan anne babalara bir konfor sağlamış oldum. Yani aslında işler benim planladığım gibi gitmedi. Fakat her zaman şöyle olur ya, her şerde bir hayır var her şer bir hayır doğuruyor. Tabi yıllar içerisinde çok kıymetli işverenlerle çalıştık, anne babalar ve kıymetli işverenlerle. Bu kişiler bizlerden beyaz yaka personel de temin etmemizi istediler. Ve biz yelpazeyi biraz daha genişleterek bundan iki yıl önce tüm mesleklerde eleman platformu olan “İşiniz Bizden”i kurduk. Dolayısıyla 2005 yılında doğan firma “Tay Danışmanlık” mavi yaka personel ve bakıcı temininde, beyaz yaka personel temininde de “İşiniz Bizden” olmak üzere grup istihdam şirketi olduk.” dedi.
Mağaza sayımız 5’e ulaştı
Kendi hikâyesinin beş yaşında, eline kalem aldığında başladığını söyleyen Aybike Stil Kurucusu Aybike Begüm Şimşek, “Sürekli resim çizerek, “moda tasarımcısı olacağım” diyerek, çocuklukta o yaşta. Ama demek ki insanın içinde bir şey kaldıysa ve barınıyorsa bir şeklide çıkıyor. 10 yaşında da olabilir 30 yaşında da olabilir. Bu çıktığında da büyük bir patlama ve başarı göstergesi olduğuna inanıyorum. Sonra ailem beni modaya değil de daha çok “Bak yavrum reklam sektörü çok ilerledi. Aslında onu değil de şöyle bir grafik tasarımcı olsan” diye hem lisede, hem üniversitede yönlendirmeye çalıştı. İki metre bir yerden bir kumaş buluyordum. Böyle parça kumaş satan yerler vardı, oralardan temin edip kendi annemin, anneannemin çok eski bir dikiş makinesi vardı onda dikiş dikerek o zamanlar tabi daha çok ufağım makine alacak ya da kumaş alacak bütçem yok. Onları yapa yapa, sevdiklerime vere vere bu olay başladı böyle. 2010 yılında da kendi markamı kurmayı hedefledim ve kurdum. O günden bugüne kadar gerçekten çok fazla ürünler ürettik, çok fazla kadına da aslında iş imkânı sunduk. Ekibimiz çok geniş, şu an beş tane mağazamız ve çok büyük bir e-ticaret ekibimiz var. Sürekli yeni ekip güncelliyoruz, sürekli ailemize yeni yeni genç kızları katıyoruz. Öğrenciler çok fazla, bu da bize tabi güç katıyor. Onların enerjisi, ekip olabilmek, başarıyı hep beraber omuzlamak bize çok büyük bir gurur veriyor.” dedi.
Hiç bilmediğim bir alanda işe başladım
İki kız çocuğu annesi olarak, çocuklar büyüyene kadar kurumsal hayatı bırakmak zorunda kaldığını belirten ZE & ZE Dizayn kurucusu ve Fotoğraf Zemin Tasarımcısı Hüsniye Önder, “Kurumsal hayatı bırakmam kendi içimdeki potansiyeli keşfetmeme yol açtı. Yedi yıl önce 2017 yılında sevgili Ülkü İstanbul Moda’da bir eğitim vermişti. Oraya gittim ama kafamda hiçbir fikir yoktu. Ne yapabilirim, ne olur? “Küçük boncuklarla takı yaparım, bir sayfa açarım, o sayfadan satışla devam ederim.” diyordum. Eğitim sonrası Ülkü rulo halinde kâğıtlar getirdi, üzerine fotoğraf çekiliyordu. Fotoğraf zemin tasarımı işiymiş. O esnada bana döndü dedi ki “sen bu iş yaparsın”. Tabi ben de bilmiyorum böyle bir alan var, hiçbir şekilde tecrübem yok. Nedir ne değildir. Bu iki ayımı aldı. Elime boyayı alıp böyle başladım çalakalem yapmaya. İki aylık çalışmanın ardından kızlarımın ismi olan Zeynep ve Zehra isminden yola çıkarak ZE & ZE Dizayn markamı kurdum. İnstagram sayfamı açtım, fotoğrafları yükledim. Yoğun ilgiyle karşılandı ve satışlara başladım.” dedi.
Anne ve kızı mantı işinde başarıyı yakaladı
Etkinliğe katılan kadın girişimcilerden Maharet Mantı’nın kurucusu Hasibe Aydemir ve kızı Nurcan Aydemir Sertakan da katılımcılarla başarı hikâyelerini paylaştı.
Anne Hasibe Aydemir, “Yola tek başıma çıkmadım girişimci olarak ama kader beni tek başıma bıraktı, eşimi kaybettim. Ben ev hanımıydım. Kimisi maddi olarak, kimisi psikolojik olarak girişimciliği seçer denildi. Ama benim sadece hayalimdi, eşim de bana hayalimi gerçekleştirdi. 2017 yılında Maharet Mantı’yı kurduk. Aslen Kayseriliyim ama İzmir’de yaşıyorum. Çalışanlarımızın çoğu kadın, üç erkek garson çalışanımız var. Her şey yolunda gidiyordu. Mavişehir’de bir şube açtık sonra ikinci şubeyi açtık. Ancak 20 Nisan 2020’de eşimi kaybettik. Benim en şaşırdığım şey Ankara’ya ilk şubemizi açtığımızda o kadar ilgi oldu ki. Ayrıca yurtdışından da teklifler geliyor. Yine Antalya şubemizi Konyaaltı’na açıyoruz. Geçmişin mirasını geleceğe taşıyacağız. Bu bize eşimin emaneti ve ona sahip çıkıyoruz.” dedi.
Bankacılığı bırakıp aile şirketimize geçtim
Kadınlara örnek olabilecek hikâyelerin katılımcılarla buluştuğu etkinlikte konuşan Maharet Mantı sahiplerinden Nurcan Aydemir Sertakan, finans sektöründen yiyecek sektörüne nasıl geçtiğini anlattığı konuşmasında şu ifadelere yer verdi: “Finans eğitimi aldım, İş Bankası’nda çalıştım, babamın sağlık problemleri yaşadığı dönemde de işi bıraktım. Çünkü aileme destek olmam gerekiyordu. Sonrasında finans alanında tekrar iş aramaya başladığımda annem dedi ki, “Bizim bir markamız var, elimizde işimiz var ve biz bu işi güzel yapıyoruz. Niye Ankara’da yapmıyoruz.” dedi ve böylelikle Maharet Mantı Ankara kuruldu, dokuz ayı bitirdik. Çok şükür güzel gidiyor, beğeniliyor. Ankara şubemiz Gazi Osman Paşa’da. Sizleri de İzmir, Ankara nereye isterseniz, sezonluk Alaçatı’dayız isterseniz orada ağırlayabiliriz memnuniyetle.”
Etrafta ne bulursak satmaya başladık
Ziraat Mühendisi ve Sereyal Besin Marka Kurucusu olan Şule Bozok, başarı hikâyesini katılımcılarla paylaştığı konuşmasında, “Bir kız arkadaşım vardı, “Gel beraber iş yapalım” dedi ve onunla beraber yiyecek işine girdik. O Samsun’da, ben Kayseri’de mantı, acuka, reçeller, cevizler, kaysılar etrafta ne bulursak satmaya başladık. Değişik kermesler ve stantlar var Ankara’da bir sürü. Onların hemen hemen hepsine katıldık üç sene boyunca. Şu anda sağlıklı atıştırmalıklar üretiyoruz.” ifadesini kullandı.
Neden sosyal medyada olmayalım?
“En Tarz Takılar” kurucusu Ayşe İnce, takı ve dikiş alanında yakaladığı başarıyı katılımcılarla paylaştı. İki çocuk sahibi olduğunu ve onların bakımını aksatmadan, evde oturmaktansa ne yapabilirim, kendimi nasıl geliştirebilirim?’ diye düşündüğünü belirterek, “Bir arkadaşımızın vasıtasıyla da takı tasarımına başladım. Onlar takının satışını yapıyorlar, tasarımlarını, malzemelerini yapacak birilerini arıyorlar. Dedim ki ‘Ben evde o işi yapayım.’ Onlardan malzeme aldım, onların belirlediği ürünlerde tasarıma başladım. Bunu yaptıkça insan kendini daha da çok geliştiriyor. Artık tasarımlara kendimden bir şeyler katarak farklı ürünler yapmaya başladım. Sonrasında ‘Neden sosyal medyada olmayalım?’ dedik ve orayı denemeye başladık, orada yavaş yavaş tutunmaya başladık. Bir de el tekstil ürünleri dikiyorum, kişiye özel. Kişi hangi ürünü istiyorsa, hangi kumaştan, ne tarz ürünler istiyorsa tamamen ona özel ürünler dikmeye başladım. Hazır ürünler değil tasarım ürünler olarak yapmaya başladım bu işte. Dikiş için de bir sayfa açtım. İki işi bir arada yürütmeye çalıştım. Takı sayfasının avantajı orayı daha önce açtığım için oradaki müşterilerimi diğer sayfaya da yönlendirdim. Aynı anda takı alan dikiş, dikiş isteyen takı alabiliyor.” dedi.
Hemşirelikten oyuncak tasarımcılığına geçiş
Kendi hikâyesinin zorunluluktan ya da mecburiyetten doğmadığını söyleyen Dilek’s World’ün kurucusu, tasarımcı ve yazar Dilek Yıldırım, konuşmasında şu ifadelere yer verdi: “Ben bir şifacıyım, öyle söylüyorum kendime. Yani hayata geliş amacımın o olduğunu düşünüyorum. Bir hemşireyim, Hacettepe’de çalıştım 2017’de istifa ettim. Çocuk hemşiresi olarak çalıştım. Ama daha sonra çocukluktan itibaren yaptığım annemin bize öğrettiği bir hobi diyelim şimdi bu benim mesleğim oldu. Herkes yapmıştır belki oya, dantel, havlu kenarı, kız çocuğuysan mutlaka eline böyle şeyleri tutuştururlar. Nakış vs onların hepsini yaptım, hepsini biliyorum. Hemşire olduğum dönemde de bunların hepsini aslında yine yapmaya devam ettim. Hemşireliği çok severek yaptım. Çocuklarla çalışmaktan her zaman çok mutluydum. Ama sonra dedim ki ‘Benim başka bir şey yapmam gerek.’ Ben çocuk oyuncakları yapıyorum. Bunu ilk yaptığımda kendi çocuklarıma yaparak başlamıştım aslında oyuncakları. Bunu sattığım herhangi bir platform yok. Kendi yaptığım oyuncakları hastanede hasta çocuklara hediye ediyordum. Ama sonradan ben bunları ufak ufak sosyal medyada paylaştım. İnsanlar buna ilgi göstermeye başladılar. ‘Bunu satıyor musunuz?’ dediler, ‘Bunun dersini veriyor musunuz, öğretiyor musunuz?’ dediler. Bu arada benim üç tane çocuğum var. Üçüncü çocuktan sonra ben dedim ki yani hem hastane hem bebekler, çocuklar hem oyuncak örmek istiyorum hepsi çok zor bir arada o zaman ben birinden vazgeçeyim ve sonra asıl yapmak istediğim şeyi yapayım. Ben çocuklara oyuncak hediye ettiğimde, o çocukların yüzündeki mutluluğu görüyorum ya bu yaptığım şeyi büyütürsem o kadar çok çocuğa ulaşabilirim. Evet, hemşire olarak da tedavilerine yardımcı oluyorum, şifa bulmalarına katkıda bulunmuş oluyorum ama beni asıl mutlu eden şey belki daha fazla çocuğa ulaşmaktı. Biz şu anda çocuk oyuncakları yapıyoruz ama bunu yüzlerce kadınla beraber yapıyoruz bu işi. Bu kadınlar aynı zamanda hem kendi gelişimlerine katkı sağlamış oluyorlar, hem çocuklarının kurs ücretini karşılamış oluyorlar hem de biz dünyada bir sürü çocuğu mutlu etmiş oluyoruz.”
Ankara’nın ‘EN’lerindeyiz
Eşi Mehmet beyle kurdukları cafe işletmesinin hikâyesini katılımcılarla paylaşan Yorgun’s Cafe kurucusu Tuğçe Yorgun, yapmadığı iş kalmadığını belirterek, “Uzun yıllar beyaz yakalı olarak otelcilik, düğün organizatörlüğü yapıyordum. Bu süreçte mesleki deformasyon, insanlara dokunmayı, en mutlu günlerine tanıklık etmeyi her zaman çok seviyorum. İnsanlarla diyalog halinde olmayı çok seviyorum. Sonrasında pandemi vurdu, 7/24 çalışılan bir iş yerim olmadı. Bir gün oturuyoruz Eşim Mehmet annemle bana döndü dedi ki, ‘Size iş buldum’. ‘Ne işi?’, ‘Siz Kilislisiniz’ dedi. Benim anneannem, dedem Kilis’in meşhur aşçılarından. Annem zaten uzun yıllar aşçılık yapmış bir kadın. Dedik ki, ‘Tamam o zaman evde meze yapalım.’ Çevremizdeki arkadaşlarımız da elimizin lezzetini bildiği için evde meze yapmaya başladık. Sonrasında dedik ki, ‘Bir dükkân mı açsak? Hem meze satarız hem sıcak satış yaparız orada.’ Sonra o şeye döndü, ‘Bi cafe gibi mi olsa? Kek, kurabiye de yaparız, bunu da hazırlarız.’ derken dükkânımızı 2021 Ekim ayında açtık. Eşim beyaz yakalı olarak çalıştığı şirketten ayrıldı, beraber çalışmaya başladık. İlk bir sene çok zordu, 3-4 ayımızda eşim Mehmet’le birbirimize kahve ısmarlıyorduk dükkânda, yemek ısmarlıyorduk. Kasaya nakit para girişi olsun diye. ‘Hadi bugün bendensin.’ deyip, çok zor bir süreçti bu süreç. Şu an Ankara’nın ‘EN’lerindeyiz. Kahvaltıda Türkiye’nin her yerinden kahvaltı malzemeleri getiriyorum ve yüzde 90’ını kadın girişimcilerden alıyorum. Çünkü ben zorluklarla geldim buraya, onların da ne zorluklarla buraya geldiğini biliyorum.” dedi.
Ailenin haylaz çocuğuydum
Girişimcilik yolunda başarıyı yakalayan kadınlardan Aliento Atelier kurucusu ve tasarımcı Beyza Yavuz, hikâyesini şu cümlelerle paylaştı: “Benim hikâyem aslında her evin bir haylaz, yaramaz, söz dinlemeyen bir çocuğu vardır. İşte o benim. Ailem hep şunu oku, bunu oku, bu bölüm olsun, böyle olsun. Hiçbir zaman dinlemedim. Esnaf kızıydım ve esnaf olmayı istedim. Grafik tasarım bölümü mezunuyum. Eskişehir’de reklam ajansında devam ederken Aliento’nun kuruluşu gerçekleşti. Baba mesleğimdi. Babam çini ustası, zaten bu işin içinde dedim ki, ‘Neden böyle bir marka kurmuyorum? Neden hem el yapımı olup neden bulaşık makinesine de girmiyor? Neden kadınların hayatını da kolaylaştırmıyor?’ diyerek yola çıktım. Aliento’nun anlamı İspanyolca ‘Nefes’ demek. ‘Her şey bir nefesle başlar. Aliento, toprak ve sudan filizlenen o nefestir.’ dedik. Bugün atölyemde tamamen kadınların çalıştığı, kadınların el emeğinin olduğu, ham toprak oluşumundan formuna, desenine, her şey elimizden çıkıyor. Fakat pandemide kendimi atölyeye kapatmış, o kadar çok üretim yapmışım ki; tam iki yıl önce Antalya Kaş’a tatile gittiğimde ‘Denizanası almaya’ diye gidip orada hemen bir yer tutup, dükkân tutup Aliento’ya mağaza açarak yerleşme kararı aldım. Bugün Kaş’ta ikinci yılım. Severek başladığım hikâyeye bugün aynı zamanda gelen yabancı turistlere orada etkinlikler yaparak, kendi kültürümüzü, çiniyi, tarihimizi anlatmanın bu güzel duygusunu da yaşayarak yoluma devam ediyorum.”