Her mendil ıslatan hikayede olduğu gibi Kerem büyük aşkı Aslı’ya kavuşamamıştı. Ama bu Kerem artık o Kerem değil di. Feleğin çemberinden geçmiş, hayatta her şeyin yolunu yordamını çözmüş, sakala göre tarak vurmayı keşfetmiş bir fettan zat olmuştu. Maymun gözünü açmıştı.
Hiiç önemsemedi. Ne Mecnun gibi çöllere düşmeye, ne de Ferhat gibi dağları delmeye niyeti vardı. “Çalıştır oğlum Kerem saksıyı” dedi, “sana kız mı yok” Çalıştırdı saksıyı.
Şehir meydanında gürültüden ortalık yıkılıyordu. Vardı Kerem aslına ermek için. Kral tebaasını toplamış halka sesleniyordu. Yine yükseğe oturmuş, kulağına seslenen propagandacıbaşının söylediklerini, halka gırtlağı patlarcasına bağırıyor, yüksek yüksek konuşuyordu. Halk galeyana gelmiş çılgınca alkışlıyordu. Kral; “Akıllı olun, saraydaki 50 celladı zor tutuyorum” diyor, halk “izin ver gidelim, boynumuz verelim” diye tempo tutuyordu.
“Fırsat ayağıma geldi” dedi Kerem. İte kaka en öne geçti, çılgınca alkışlamaya, kendini paralarcasına bağırmaya başladı. Kral “Efendi efendiliğini, köle köleliğini bileceeek” diyordu. Kerem; sesi kısılana kadar “Yaşa..varooll..” diye bağırmaktan Denizli Horozu gibi sırt üstü yere düşüyordu. Elleri su topladı, ses telleri yırtıldı, ama o yırtınmaktan vazgeçmedi. Kral’ın hemen dikkatini çekti, bu ne derse onaylayan ve kendini perişan eden genç. Çağırttı sarayına ve en yağlısından bir iş tutması için emirler verdi. Kerem’e “yürü ya kulum” dedi. Kerem çift motor taktı, uçtu adeta. “Yemişim Aslı’sını, aslolan gemiyi yürütmektir bu alemde agaa..” dedi.
Hemen bir gemi verdiler emrine. İthalat, ihracat ve bilimum nakliyat ile paraya para demedi, mangır dedi, sakal dedi, altın dedi, ama Allah var para demedi, tamah etmedi, yazık(!)
En çokta zeytin yağı işi yapmaya başladı. Tüm yağlamaya ve yağlanmaya alışmış zat-şahanelere galon galon dağıttı. Baştan ayağa yağladı tüm yüksek tebaayı. Bal tuttu parmağını yaladı, yağ tuttu yağlamayı, yağlanmayı kavradı. Gemiciği gemi filolarına dönüştü, tuttuğu altın oldu, zümrüt oldu Keremciğin.
Saltanatının bekası için her yolu kavradı. Ya kendinden daha uyanıklar çıkıp ta, tekerine çomak sokarlarsa diye cin olmadan çarpmayı öğrendi.
Tapınaklara gidip en önlerde saf tuttu. Bağıra çağıra ibadet etti. Salya sümük ağladı. Kapı önündeki dilencilere, kah ağız dolusu herkesin duyacağı ağdalı öğütler verdi, kah herkesin göreceği şekilde tomar tomar para verdi. Para verdiği dilenciyi takip edip, tenhada sıkıştırarak parasını geri aldı ama, hikayenin fikriyatında böyle şeylere hiç yer verilmemesi gerekiyordu.
Sarayın hazinesinden fakir fukaraya bol bol yardım etti. Garip gurebanın sahibi, kimsesizin “Kim”i oldu Kerem efendi hazretleri.
Tek katlı çadırları beğenmedi, halka toplu ve de çokkatlı çadırlar yapma işine girdi. En küçük bir rüzgarda devrilipte bedeviler çadır altında kalıp boğulunca, dini bütün bir muhterem olup “Allahhh…” dedi. “Malzemeden çalıyorsun, fakir fukaranın canına kast ediyorsun” diye dikilenlere de “Yallaahh..” dedi. Kendi suçunu ona buna havale edip sütten çıkma AK kaşık oluverdi haşmetlu Keremcik.
Sonunda Aslısına kavuşamadı ama, mala mülke itibara, şatafata ve saltanata kavuştu devletlu Kerem. “Aslolanda buymuş, kader işte” dedi, içine envai çeşit içki katılmış gülsüyunu içerken.
Aslıyı alamadı ama, kanunda onun yanındaydı, nizam da, e..parası da vardı, Aslı’nın yedi sülalesine nikah kıyabilirdi, birkaç hatırlı dostuna üçbeş devlet parsası vererek.
Hayat Kerem’e güzeldi artık. Bir kıytırık Aslı’nın peşinden gidipte perişan olmaktansa, bir Kralın kanadı altına girip zevk-i sefa etmek bu kadar kolaydı işte. Bu şan şöhret onda olduğu sürece ASLI’nı da alırdı fotokopisini de…
SAYGILARIMLA