Şimdiki neslin “kanka”, o dönemlerde “kardeş” denilen bir zaman diliminden başlayan dostluktu bizimkisi, Murat Koçak(Bozo) ile.

Yamalı pantolon ve yırtık ayakkabıların kimse tarafından acayip karşılanmadığı yıllardı. Sümüklü çocukların sokaklarda oynadığı cep telefonlarının, ve teknolojinin insanları esir almadığı dönemlerdi.

Sokaklarda çocuk sesleri vardı. Koşan, oynayan, kavga eden, üstünü başını çamura beleyen, alt alta, üst üste yuvarlanan çocuklar. Kimse “Top benim oynatmıyorum” demiyordu. Kimin parası varsa bir plastik top alınırdı ve o top herkesindi.

İlkokuldan itibaren bir aradaydık. Okul sonrası siyah formaları çıkardığımız gibi top peşine düşerdik. O fanatik Beşiktaş taraftarıydı, ben Fenerbahçeli. O, dönemin “Sarı Fırtına” lakaplı Metin Tekin’i olurdu ve gol atmaya çalışırdı, bense kaleye geçer sağa sola atlar, kendimi heba ederdim. Levent Yavuz, Soner Özdemir, Yasin Çancı, rahmetli Hasan Bayraktar ve Alparslan Yener’de katılır, plastik ve de patlak top peşinde koşulurdu, gece karanlık çökene kadar. Sınıfta da bir arada otururduk. İlkokul öğretmenimiz Nurhan Yaşar şımarmanın ölçüsünü kaçırınca kulaklarımızdan çeker ve Murat’ı bir tarafa, beni diğer tarafa yollar, ayırırdı. Uzaktan uzağa fısıldaşmalar, sataşmalarla kaynatırdık dersi. Aynı şekilde ortaokulda ve lisede öyleydi. Hocalar ayırır, biz tekrar bir araya gelir, sınırsız gülerdik. Hocalara saygısızlık etmekse asla aklımızdan dahi geçmezdi. Öyle hocalar vardı ki, babamızdan daha çok korkar, aynı şekilde bir aile büyüğümüze duyduğumuz saygıyı duyardık. Musa Barutçu, Kemal Gedikli, Fatma Polat, Mustafa Bayraktar ve daha niceleri. Her biri hem adam gibi adam, hem de gerçek birer eğitimcilerdi. Şimdiki “ders bitse de Ankara’ya kaçsak” ucuzluğu ile sadece öğretmenliği, iş olarak yapmaya çalışan bazıları gibi değillerdi. 24 saat kapılarını çalabilir, okulda eğitici, okuldan sonra birer arkadaş olurlardı. Öğretmenliğin içini doldururlardı.

Belediyede çöpte çalışırdı Murat Koçak’ın babası rahmetli Yaşar Amca. Beyaz kireç badanalı ve köhne bir yer evinde otururlardı. Fakirlik kimsenin gözüne batmazdı. Çünkü zaten üç aşağı beş yukarı herkes bir ayardı. Baba Yaşar Koçak rahmetli olunca, evin direği devrilmişti. Murat artık evin erkeği ve sorumluluk sahibiydi. Sırtına belki de sıkletinden fazla yük binmişti. Bir gün üç beş bez, çaput, kap-kacak eşyaları ile göçüp gittiler. İzmir’e diye duyduk o kadar.

Yıllar sonra bulduk birbirimizi. Herkesin cebinden çıkan paralarla plastik top dahi alamadığımız günlerden kalan dost Murat Koçak, İzmir’de büyük bir firmanın sahibi olmuş. Maddiyat sorununu kökten ortadan kaldırmış yani. En çok değer verdiği Atatürk ve Beşiktaş sevdası ise hala zirvede. Beşiktaş’ın Türkiye’deki en paha biçilmez forma koleksiyonu onda. Kulüp Başkanı Fikret Orman ile televizyonlarda boy gösteriyor. İzmir’de hangi Haymanalıya rastlasa yedirmeden, içirmeden bırakmıyor.

25 yıl sonra çıktı geldi Haymana’ya Murat Koçak. Öyle özlemiş ki gözleri nemleniyor anılara dalarken. Gezdik dolaştık, eski günleri yad ettik. Unutamadığı birkaç dostunu gördü. “Haymana bina dolmuş, değişmiş, farklılaşmış” dedi giderken. “Ama eski güzellik, doğallık, insanlardaki o samimiyet kalmamış kardeş” dedi. Binalar yükselmiş ama değerler alçalmış. Bağlar bahçelerle beraber, insanlarda koparılmış köklerinden. Parasız olanlar, bir avuç menfaatin, bir lokmanın peşine düşmüş. Parası olanlarda daha bencilleşmiş, gaddarlaşmış, diğerlerini küçümser olmuş. “Ne yaptınız bu güzel memlekete kardeş” dedi. Bir günde özetledi yeni Haymana’yı. “Ben eski Haymana anıları ile avunayım. Yenisini görmemiş duymamış olayım. Sizde güle güle hayrını görün” dedi. Haklıydı Murat. Eski Haymana’yı özlerken, kaybolan binalar, sokaklar, dükkanlar mıydı? Yoksa değerler, o değerleri yaşatan insanlar mıydı kaybolan? Belki biz burada yaşarken göremiyoruz, ama tanıyan bilen birisi şak diye koyuveriyor teşhisi. Haymana özünü yitiriyor. Kanserli bir doku gibi bu öz kaybı da, hissetirmeden azar azar çoğalıyor. Para, pul, geçim derken güzelim memleket ayağımızın altından kayıp gidiyor. İşin acı tarafı birileri hala toz pembe gösterme telaşında ve geri kalanda zaten renk körü.

HAFTANIN SÖZÜ: Mayıs balkondan baktırır, evde ne kalmışsa yaktırır.

HAFTANIN HABERİ: Oruçlu olduğunu unutarak birbuçuk iskender yiyen ve 3 şişe soda içen S.A(45), gök gürlemesi gibi geğirdikten sonra oruçlu olduğunu anlayarak tövbe etti.

SAYGILARIMLA