Türkiye gündemi baş döndürücü derecede sıcak ve yoğun; ama benim son 2 yıla yakın tek gündemim var: Gazze… Çünkü Gazze benim bam telim.
Hayatım boyunca beyinlerine kanalizasyon borusu döşenmiş, belden aşağısıyla yaşayan, ağızlarından akan lağımla beslenen insanları umursamadım. Ama Gazze için bu insanımsı varlıklarla sosyal medyada çok kavga ettim, çok mücadele ettim.
Ama dedim ya Gazze benim bam telim diye. Gazze’ye dil uzatanları paspas eder çiğnerim. Gazze’ye hor bakanı, hoş görmem…
Çünkü hesap gününün ağırlığını hissediyorum omuzlarımda. ‘Sen neredeydin’ diye sorulacak o sorunun altında ezilmekten korkuyorum…
Gelin görün ki vicdanından sinyal alınamayan bir rektör çıktı Gazze’nin acılarının üstünde adeta tepinerek terör ordusunda gönüllü askerlik yapmış bir şarkıcıyla aynı şarkıyı söyledi.
İsrail ordusunda yer aldığını, ‘Zayıflığımı İsrail’de yaptığım askerliğe borçluyum’ sözleriyle ifade eden bir şarkıcının kırık kalbine pansuman olmaya koşan bu rektör Gazze’ye destek olan bizleri de kabilecilikle suçladı.
İsrail’in Türkiye’deki sesi Şalom’da köşe yazarlığı yapan bu rektör, Almanların Yahudilere yaptığı zulmü anlatıyor ama; yanı başındaki Müslümanların çığlıklarına kulaklarını tıkamış; yetmemiş üniversitesinin kampüsünde İsrail karşıtı protesto düzenleyen vicdanlı insanları da engellemiş.
Bu rektör Siyonist şarkıcı ile aynı telden çalarken; dünyanın en prestijli üniversitesi Harvard'ın Hristiyan rektörü de işini kaybetme pahasına Gazze'yi destekliyor…
…
Bak Rektör!
Gazze’ye destek olan bizler bir kabile mensubu değiliz. İnsanlık tarihinin en şerefli milleti olan İslam milletine mensubuz.
Kabileciliği sana ve savunduklarına aynen iade ediyoruz.
Kabile görmek istiyorsan, silahtan ilâh devşiren ve öldürmeyi ibadete dönüştüren; alçak ve ahlâksız bir dinî motivasyonla, varlığını ötekinin yokluğu üzerine inşâ eden, kendi dışında hiç kimseye hayat hakkı tanımayan ve kendileri dışında herkesi katli vacip birer hayvan olarak gören; yaptıkları tüm kötülükleri işlemede doğrudan Tevrat ile motive edilen terör örgütü İsrail’e bak.
Omuzladığın şaibeli karakterle bize had bildirmek haddin değil!
….
Gelelim bostan mevzusuna…
Bostanın birden çok anlamı var ama ben Türkiye’deki Siyonizm tehdidini anlatmak için şu tanımı kullanmayı tercih ettim: Ürüne yaklaşmasınlar, zarar vermesinler diye kuşları ürkütmek için tarlaya dikilen insan biçimindeki nesne.
Bizim bostanı da isimleri Naci, Ali, Mustafa, Hacı Şakir olanlarla kuşattılar. Tarlalarımızı Abdülhamid’in elinden alıp, o tarlalara baştan başa kendi Siyonist tohumlarını ektiler.
Kim mi bu bostanlar?
A’dan Z’ye toplumu nötralize eden, kendilerine sunulmuş makamlarda Siyonizm’in gönüllü köleliliğini yapan bizden görünen ama bizden olmayan, bukalemun gibi renkten renge bürünen, onların sözcülüğünü yapan; suçlarını aklayan, örtbas eden kumandalı maskotlar…
“Bizim bostanı ekmişler” retoriği yetersiz kalıyor bu yüzden.
Bu ülkeyi komple ekmişler çünkü…
Rektör gibi korkulukları medyadan siyasete, iş dünyasından sanat camiasına kadar dört bir tarafımıza dikmişler. Yeri ve zamanı gelince de tuşlarına basıyorlar böyle işte.
Bakın; Yahudi araştırmacı Prof. Uriel Heyd “Yahudiler 20. yüzyılın ilk yarısında iki tane devlet kurdular: Türkiye ve İsrail” der.
Benzer şekilde İsrail’in ilk Cumhurbaşkanı Haim Weizman Azriel da “Biz Yahudiler 20. yüzyılda Orta Doğu’da yıkılmaz denen devleti yıkarak iki tane devlet kurduk. Onlara öyle güzel sistem inşa ettik ki; Türkler bize Filistin’i vermeyen Abdülhamid’e en az 200 yıl daha söverler” diye konuşur.
Bunlara ek olarak ABD eski Dışişleri Bakanlarından Henry Kissinger de (kendisi de Yahudi asıllıdır) benzer ifadeler kullanır.
Bu yüzden bu beyanların önümüze koyduğu tablo karşısında Siyonistler rahat etsin, bu ülkenin nimetlerini rahat rahat yesinler diye bostan olup yırtınanlara da şaşırmayalım artık…