Sürekli karalar bağlayarak, suçu ve topu sürekli başkalarına atarak, hep birilerinden bir şeyler bekleyerek, tuttuğumuz bir yol var. Kendi insan profilimize, karakterimize özeleştiri yaparsak, iğneyi kime, çuvaldızı kime batıracağımızı da anlamış oluruz. İçgüdüsel hayat anlayışımız var ve bununla paralel tembel sayılabilecek bir halkız, bunu kabul edelim. Boğazımıza dayanan bıçağın soğukluğunu sonuna kadar hissetsek te, gökten hep bir koçun inmesini ve canımızın kurtulmasını istiyor, bu beklenti ile gevşek, sorumsuz ve tembel davranıyoruz. Bu koçun inmesinin mecbur olduğunu sanıyor, ama hak edip etmediğimizi sorgulamıyoruz.

Hangi din, hangi mezhep ve hangi milletten olursanız olun, ilahi güç ve ilahi adalet hep haklının, dürüstün ve çalışanın yanındadır. Bahşedilen beden ve zekamızı tam manasıyla, yerli yerinde ve komple kullandığımız zaman, bu güç hep bizimle, hep yanımızdadır. Ama boşvermişlik, çaba göstermeden, el-avuç açarak birilerinden medet umarak, kurtarıcı birilerini bekleyerek bir şeyler elde etmeyi ummak acizlik, geri kalmışlık ve esarete giden yoldur.

Hz Musa ile Firavunun savaşını az çok bilirsiniz. Hz Musa ki; Allah’ın peygamberi iken, diğer tarafta Firavun ki; Allah’ın isyancısı iken, Allah aralarındaki mücadelede tarafsız olmuş ve hak edenin, çalışanın, emek sarfedenin, galip gelmesine ve insanlara örnek olmasına vesile olmuştur.

Hangi iş kolu olursa olsun ilçemize genel bir bakış açısı ile bakarsak, bir şeyleri hep eksi, ya da olması gerektiği gibi yapmadığımızı görürüz. Sanayi, endüstri zaten yok. Turizm dersek hala bıngıldağı sertleşmemiş çocuk gibiyiz. Geriye bir tek umudumuzu bağladığımız tarım ve bunun insan gücü, köylümüz kalıyor. Bazen Haymana’ya köylü gelmiyor diye isyan ediyoruz, ama köylümüzün durumu daha da vahim.

Bir cuma günü gözlemleyin alışveriş yapan köylümüzü. Sebzeyi meyveyi geçtik, çantasında tavuğu, yumurtası, yoğurdu hatta bazlamayı bile Haymana’dan alıp köyüne götürüyor. Şahsen tanımasanız, bilmeseniz Ankara’nın lüks bir semtinde ikamet ediyor, köy ürünleri canı çekmiş zannedersiniz. Madem köyünde bir dünya kurmuşsun bu satın aldıklarını neden üretmiyorsun? Bunların ticaretini bir kenara bırakalım, kendi tüketeceği ürünleri bile yetiştirmeye mecali yok.

On iki ay sonunda yapılan hasadın, getirisi götürüsü ortada iken, kendi yetiştireceğin ürünleri hala satın alarak kendine bir post-modern dünya kuran köylümüzün ekonomik darboğazdan şikayet etme hakkı olamaz. Onlarca riski olan ve büyük çoğunluğu kuru tarımla geçinen çiftçimizin, daha önündeki harmanı görmeden, beş yıla borç yayarak 100 bin TL’ye traktörü; ihtiyaçtan çok, konforu ya da köyünde-komşusundaki rekabetten dolayı satın almasının izahı olamaz. O zaman ne yorgana göre ayak uzar, ne de bu ayağa göre bir yorgan bulunur. Haymana esnafının da köylü buraya gelmiyor lafı havada kalır. Kendine faydası yok ki Haymana esnafına olsun.

Üretmeden, sürekli tüketerek, kazancının çok üstünde borçlanarak bu çark nereye kadar dönecek. Ortalarda bir kurtarıcı aramak yerine, bir suçlu aramak daha mantıklı değil mi? O suçluyu da sağda solda uzaklarda, siyasette aramak yerine aynaya bakmak ve kendi sulietine hesap sormak ve kendi vicdanınla hesaplaşmak en güzel, en erdemli davranıştır. Kurtuluş gökten inecek bir koçta değil, bıçağın altında kurban olmamaktadır. Bunu ne Allah kabul eder, ne de kul.

Saygılarımla..