Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD gezisinden dönüşü ülke gündemini yeniden doldurdu: imzalar, antlaşmalar, savunma alımları, yaptırımların gevşetilmesi ve yüksek düzey diplomasi… Tekstilden doğalgaza, F-16’dan F-35’e kadar uzanan başlıklar arka arkaya sıralandı. Ancak bir ziyaretin fotoğrafını yalnızca ekonomik ve askeri kazanımlar belirlemiyor; ziyaretten sonra sahaya konulan planlar, müttefiklerin beyanları ve Filistin gerçeği de en az imzalar kadar belirleyici.

ABD Başkanı ve İsrail’in lideri tarafından kamuoyuna sunulan “Gazze planı” ise kabul edilemez bir içerik taşıyor. Bu planın ardında, Filistin davasını kağıt üzerinde “çözme”, Hamas’ı sahada etkisizleştirme vaadiyle meşrulaştırma çabası ve Gazze’nin statüsünü dışarıdan belirleme isteği var. Bu yaklaşım, yaşanan insanlığın boyutlarını ve acıyı yok sayıyor. Bildiklerimizle en az 60 bin, bazı iddialarla 100 bine yakın şehit; çoğu kadın ve çocuk. Böyle bir tablonun üzerinde “yeni düzen” inşa edilemez.

Ben İsrail’e ve Netanyahu’ya inanmıyorum — bu sadece bir güvensizlik değil, sahadaki gerçeklikle yüzleşmektir. “Ateşkes yok” diyen bir yönetimle barıştan söz etmek abestir. Bir planı kabul etmenin önkoşulu, tarafların samimi ve eşitlikçi bir çaba göstermesidir; ancak bugün sahada güç kullanımı, kazanan-kaybeden dilinin devamı ve sivil bedellerin ödenmesi söz konusu.

Türkiye’nin rolü burada kritik. Filistin’de barışı sağlamak için yapılabileceklerin başında güç dengelerini sahada göstermek geliyor; Türkiye, bu dengeyi tek başına kuracak bir ülke değildir ama Erdoğan’ın sesi hem BM kürsüsünde hem de bölgesel platformlarda yankılanıyor. Bu sesi güçlendirecek olan ise İslam dünyasının ve bölgedeki diğer aktörlerin birlikteliğidir. Birlik olmazsa, adımlar sembolik kalır.

Trump’ın övgüleri, Netanyahu’nun manevraları ve bazı uluslararası aktörlerin “görünür” hamleleri, çoğu zaman görüntü üretmekten öte geçmiyor. Hamas’ı “kağıt üzerinde” yok sayma girişimleri, rehineler ve Filistin halkının çektiği bedeller göz önüne alındığında kabul edilemez. Bu süreçte Netanyahu, içeride sıkışmış durumda; üç yıldır süren savaş politikası, iç siyasette de karşılık buluyor. Ancak dışarıda yaratılmak istenen algı, Filistin gerçekliğini değiştirmeye yetmeyecek.

Filistin halkı ve direnişi hâlâ orada. İnançları, yaşam iradeleri ve topraklarına bağlılıklarıyla var olmaya devam ediyorlar. İsrail’in sözünde durmayacağı; yaptırımların, açıklamaların ve planların çoğunun görüntüsel olduğu ise apaçık. Bu yüzden gerçek barış, sahada güç dengesini sağlayacak, insanların can güvenliğini temin edecek, hakları ve onurlarını gözeten adımlar gerektirir.

Özetle: ABD ziyaretindeki anlaşmalar önemli olabilir; ancak Filistin meselesinde “kâğıt üstü çözümler” ve sahada gücü elinde bulunduran aktörlerin dayatmaları kabul edilemez. Türkiye ve Erdoğan, bölgedeki diğer aktörlerle birlikte güçlü ve tutarlı bir duruş sergilemeli; İslam dünyasının birliği, Filistin davasının korunmasında belirleyici olmalıdır. Bedel ödenmiş bir milletin hakları kolayca pazarlık konusu yapılamaz. Gerçek adalet ve kalıcı barış, güçlü duruş ve uluslararası vicdanın harekete geçirilmesiyle mümkündür.

Sağlıcakla kalın.