Türkiye’de yağışların mevsim normallerinin altında seyretmesi, büyükşehir barajlarında alarm seviyesini yeniden gündeme taşıdı. Uzmanlar, su tüketim alışkanlıklarının değişmemesi halinde 2026’ya kritik bir su açığıyla girilebileceği uyarısında bulunuyor.

Su, yaşamın vazgeçilmez temel ihtiyacıdır; eksikliği hayatı durma noktasına getirir.

Günlük telaşın içinde musluktan akıp giderken değerini fark etmediğimiz; ancak azaldığında bir ülkenin nabzını tutan sessiz bir güç. Türkiye, son aylarda bu gerçeği yeniden ve güçlü bir şekilde hatırlatan bir tabloyla karşı karşıya ne yazık ki... Yağış oranlarının ciddi şekilde düşmesi, baraj seviyelerinin hızla gerilemesi ve uzmanların art arda gelen uyarıları, suyun artık yalnızca bir kaynak değil; geleceğe dair yakıcı bir işaret olduğunu gösteriyor.

Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün son verilerine göre, Türkiye genelinde yağışlar mevsim normallerinin yüzde 30 altında seyrediyor. İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere pek çok büyükşehirde baraj doluluk oranları kritik seviyelere gerilemiş durumda. Uzmanlar, su kaynaklarının planlanandan hızlı tükenmesinde yalnızca iklim değişikliğinin değil, bilinçsiz tüketimin de etkili olduğuna dikkat çekiyor. Yetkililer, “2026 yılına girerken su yönetimi, Türkiye’nin en önemli gündem başlıklarından biri olacak” derken; belediyeler ve çevre kuruluşları acil tasarruf çağrıları yapıyor.

Uzman değerlendirmeleri, Türkiye’nin su krizini yalnızca geçici bir mevsim sorunu olarak görmemesi gerektiğini ortaya koyuyor. Kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı 1000 metreküp seviyesinin altına yaklaşmış durumda. Bu seviye, ülkeyi “su kıtlığı yaşayan ülkeler” kategorisine itiyor!!! Tarımda kullanılan su miktarı toplam tüketimin yüzde 70’ini oluştururken, şehirlerdeki kayıp-kaçak oranı bazı illerde hâlâ yüzde 40’ların üzerinde.

İklim bilimciler, Akdeniz havzasının küresel iklim değişikliğinden en fazla etkilenen bölgelerden biri olduğunu vurguluyor. Türkiye’nin bu kuşakta yer alması nedeniyle yağış rejimi bozuluyor; uzun kuraklık dönemlerinin artacağı öngörülüyor. Buna rağmen günlük yaşamın akışı içinde suyun değerine dair farkındalık aynı hızla artmıyor. Çamaşır, bulaşık, duş, tarımsal sulama, kent peyzajı… Su en çok harcadığımız ama en az düşündüğümüz kaynak olmaya devam ediyor.

Belediyeler, kayıp-kaçağın azaltılması ve alternatif su kaynaklarına yönelmek için projeler geliştirse de, uzmanlara göre sürdürülebilir bir çözüm için bireysel farkındalıkla desteklenen ulusal bir su yönetim planı gerekiyor.

Belki de asıl gerçek şu:

Biz suyu, akarken seviyoruz; kesildiğinde ise anlamaya çalışıyoruz. Oysa su, bir ülkenin sesi… Bir halkın nefesi… Toprağın kalp atışı…

Bugün barajların dibi görünüyor olabilir. Gökyüzü yağmura hasret kalmış olabilir. Fakat bu, umudun bittiği anlamına gelmez. Çünkü her damla bir başlangıçtır; her farkındalık bir dönüşümün kapısıdır.

Musluğu bir tık daha kısmak, bulaşık makinesini dolmadan çalıştırmamak, bahçeyi biraz daha tasarruflu sulamak… Küçük görünen her adım aslında yarının kurak topraklarına can verecek büyük adımların habercisidir.

Unutmayalım…

Su, bir gün değil; her gün konuşmamız gereken bir meseledir.

Mukadder ben; bugün koruduğumuz her bir damlanın, yarına bırakacağımız en değerli miras olacağına inanan...

Sevgilerimle...